Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN New York Times gazetesinde, gazetenin Türkiye muhabirinin de dahil olduğu bir ekip tarafından yazılan önemli bir haber çıktı. IŞİD’in Musul saldırısının ve ondan sonraki askeri başarılarının tesadüfle açıklanamayacağını, arkasındaki hazırlığın ciddiyetini örgütün kendi belgelerine dayanarak gösteriyordu.

        Nihilist şiddet düşkünlerinden oluşan kadroların arkasında belli ki farklı ideolojik kökenlerden gelen ve gerek lojistik gerekse askeri stratejiden iyi anlayan beyinler var. Örgütün ele geçirdiği yerlerde kadir olduğu şiddetin ve vahşetin boyutları hakkındaysa son beş günün olayları yeterince bir fikir veriyor.

        Böyle bir örgütün ve böyle bir dünya görüşünün Suriye-Irak arasındaki geniş bir alana hâkim olmasının bölge ülkeleri açısından da tahammül edilemez bir gelişme sayılması gerekir. Bu yalnızca Şii dayanışması kadar jeopolitik saiklerle de Maliki hükümetini destekleyen İran açısından geçerli değil. Bu örgüte geçmişte pek müsamahakâr davrandığı anlaşılan Türkiye açısından da güneyindeki alanın IŞİD tarafından kontrol edilmesi çok boyutlu bir güvenlik tehdididir.

        Her şeyden önce Türkiye’nin can ve mal güvenliklerinden sorumlu olduğunu savunduğu Türkmenlerin, Şii kesiminin güvenliği tehdit altındadır. Onların ve vahşi örgütün denetimine geçen yerlerde can havliyle bulundukları yerleri terk edeceklerin yaratacağı yeni ve hacimli bir göç dalgası Türkiye’nin kapasitesini ciddi şekilde zorlayacaktır.

        Bunun yanı sıra örgütün kontrolü altındaki yerler Türkiye’nin karayoluyla mal sevkıyatı yapabildiği bölgeler olduğundan ticareti de olumsuz etkileyecektir. Kısacası, bir dönem Esad rejimini alt edebileceği düşüncesiyle yaptıklarına göz yumulan, Suriye Kürtleri ile savaştığı için de zımnen desteklenen IŞİD’in varlığı ve projesi Türkiye açısından bir kâbustur.

        Türkiye’nin diplomatlarının ve Türkiye’den gitmiş kamyon şoförlerinin ne yapacağı belirsiz böyle bir örgütün elinde rehin tutulmaları Ankara açısından, yapabileceklerini kısıtlayan bir olgudur. Tarık el Haşimi gibi, Irak’taki Sünni direnişle ve bunun ürettiği şiddetle yakından bağlantılı siyasetçiler pazarlık konusunda anlaşılan Türkiye’ye yardımcı olacaktır. Bu bile aslında Türk dış politikasının bugün kendini içinde bulduğu tümden dağılma halinin işaretlerinden ya da simgelerinden biridir.

        Devrimcilerin belirgin bir özelliği kendilerinde tarihi kendi iktidarlarıyla başlatma hakkını görmeleridir. Bugünkü iktidar kadroları da ülkenin yönetiminde gerçekleştirdikleri değişimi bu şekilde değerlendiriyorlar. Dönüşümün köklü olduğuna ve Türkiye’deki toplumsal güç dengesinin, siyasi iktidar çerçevesinin radikal şekilde değiştiğine şüphe yok. Ne var ki, devrim tarihlerinin bize öğrettiği bir gerçek de her devrimin ciddi anlamda süreklilik içerdiğidir. Üstelik iç politikada yaşananlar bire bir dış politikaya teşmil edilemez. Dış politikanın ülke yöneticilerinin iradesinin ötesine giden bir mantığı vardır.

        Bunu anlamamakta ısrar eden iktidar partisi, inanılması güç bir kibirle Türk Dış politikasının geçmişini neredeyse tümden ve üstelik gerçeklere saygılı olmak gibi bir kaygı duymadan reddetmişti. Bu kibir ve bölgenin/dünyanın güç dengelerini ısrarla ideolojik mercekten okuma inadı sonunda, 2003-2010 arasında hayli başarılı sayılacak ama bölgesel/küresel koşullardan da çok faydalanan dış politikası duvara çarptı. Arap isyanlarının sunduğu fırsat heba edildi.

        Radikal 2’de Dr. Behlül Özkan’ın bu politikaların mimarını incelediği mükemmel yazısında vurguladığı gibi bu nedenle, “Davutoğlu dönemi Cumhuriyetin tarihi birikiminin yok sayıldığı, partizan dış politikasıyla geçmişten ciddi bir kopuş; Musul’daki son konsolosluk kriziyse o kopuşun çöküşüdür.”

        Bundan sonraki iş dış politikanın gerçekle bağını yeniden kurarak Ortadoğu’nun yeni siyasi coğrafyası için fikir üretmektir.

        Diğer Yazılar